30 Mayıs 2010 Pazar

Biranın Faydaları

Biranın Faydaları
1) Makul ölçülerde bira tüketmek vücudu mide kanseri ve ülserden koruyor. Mideyi 'helicobacter pylori' isimli mikroba karşı savunuyor. beer
2) Araştırmalar 'bira göbeği' tezini çürüttü. Bel bölgesindeki yağlanmayla bira arasında herhangi bir bağlantı yok. beer-2
3) Hergün düzenli bir bira bardak bira içenlerde Tip 2 diyabet riski azalıyor. FOD065
4) Kötü huylu kolesterolünüzü düşürmeye yardımcı oluyor ve göğüs kanserine karşı da oldukça etkili bir savaşçı. beer1
5) B6 yönünden oldukça zengin bir içecek olduğu için kalbiniz açısından da yararlı bir içecek. Kalp krizi riskini azaltarak kanınızın daha akışkan olmasını sağlıyor. beer-l
6) Finlandiya'da yapılan bir araştırma hergün düzenli içilen biranın böbrek taşı oluşma olasılığını yüzde 40 azalttığını ortaya koydu. Beer glass closeup
7) Bira kolesterolünüzü düşürüyor. B grubu vitaminleri yönünden oldukça zengin. Lifli gıdalardan almanız gereken ihtiyacın yüzde 20'sini bir bardak bira karşılıyor. Bir büyük bardakta toplam 200 kalori bulunuyor. large1
8) 50 yaş üstünde oluşabilecek bunama gibi problemleri yüzde 42 oranında azaltıyor. Fakat eğer ağır içiciyseniz bu risk yine artıyor. carlsberg
9) Dark biralar normal biradan daha fazla katarakt veya yaşla ilgili göz problemlerine karşı gözü koruyacak antioksidanlar içeriyor. dark
10) Tüm bu özellikleri olmasa bile bira dünyadaki en harika içecektir... Keyif verir! img_funwithfonduelg_1



Kaynak: biralar.blogspot.com

29 Mayıs 2010 Cumartesi

Fotoğraf Makinasını Oyuncak Sanan Sanat Öküzleri

Sinema sektörüne gönül veren bir insan evladı olduğum için film çekimi ve benzeri teknik konularda az biraz bilgim oluştu yıllar içinde. Zaten ilgilenenler bilirler; fotoğraf çekmek ile film çekmek bazı noktalar dışında, başlangıç düzeyinde bariz benzerlikler gösterirler. Genel kompozisyon kuralları, ışık kurulumları, renk değerleri, psikolojik etkenler ve kamera/fot.mak. gövdesiyle ilgili teknik detaylar hemen hemen aynıdır. Bu sebeple fotoğraf ya da filmcilik ile uğraşıyorsanız, diğer sektörden de az-çok haberdarsınız demektir.

Bunları neden söyledim?
Sadece SLR'lar varken çok sorun yoktu. Banyosudur, tabıdır falan derken, genelde gerçekten bu fotoğraf sanatıyla ilgilenenler uzun süreli olarak bunlarla uğraşıyorlardı. Sonra gün geldi, devran döndü, D-SLR denen dijital mucize gerek performansı gerekse düşük fiyatı ile oldukça geniş bir alana yayıldı. Günümüzde orta sınıfların fiyatları 700-3000 lira arasında değişiyor. Bu da herkesin olmasa bile, pahalı bir oyuncak sevdasına düşenlerin karşılayabileeği bir değere tekabül ediyor. Toplumda bu sevdalıların çoğalması ile de, aşağıda özelliklerini vereceğim tuhaf bir insan türü oluşmaya başlıyor.

Fotoğraf Makinasını Oyuncak Sanan Sanat Öküzleri Kimlerdir?
Bu tiplerin amaçları genelde fotoğraf çekmek değil, fotoğraf karesinde görünmektir. Ama kendileri de ne istediklerini bilmezler. Dikkat ederseniz çektiği 100 fotoğrafın 80'inde kendisi gözükmektedir zaten. Çünkü hedefindeki mutluluk kameranın arkasında değil, önünde olanıdır. Bu yüzden teknik detayları çok merak etmez ya da öğrenme isteğinde bulunmazlar.

Fotoğraf makinası kendileri için iphone'dan farksız bir aksesuar olduğu için, amaç sanat üretmek değil, gösteriş yapmaktır. Bu sebeple onların fotoğraf makinalarını asla ait olduğu yer olan kabında değil, sürekli kıçlarına-başlarına asılı olarak gezinirken görürsünüz. Bu konuda her hangi bir suçlamaya karşı kendilerini "yha hacı bn ani bişi ykalrsam die tşıorm yafs =( =( =(" şeklinde savunan bu insanların büyük bölümünün bahsettiği ani şey kuş, simitçi ve selpakçıdan öteye gitmez.

Haklarını yemeyeyim; diyafram nedir, alan derinliği nedir, enstantene nedir... gibi bir kütüğün bile cevap verebileceği şeyleri bilirler. Ama deneyim sıfır olduğu için, f2.0 ile f4 arasında nasıl bir fark oluşabileceğini pek bilmezler. Kit lensi tam olarak algılayamadan 50mm f1.4 gibi kendi levellarının üstündeki aksesuarlara özenirler. Sebebi de daha önce dediğim gibi, basittir, amaç gösteriştir.

Makinanın çoğu modundan bihaberlerdir. Fakat Canon 5D Mk II gibi ellerine aldıkları takdirde sikseniz kullanamayacakları makinaları arzularlar. Arabayı yokuşta kaldıramayan adama kamyon emanet etmek gibi bir şeydir bu.

Kendileri gibi şekilcilerle genelde internet vasıtasıyla tanışırlar. Fotokritik ve Deviantart bunların oyun alanlarıdır. Mehmet Turgut'u delicesine sever ve ilk fırsatta beraber fotoğraf çektirip porfolyalarına koyarlar. Çektikleri fotoğraflara aldıkları yorumlar, kendilerinin diğer fotoğraflara verdiği yorumlarla aynıdır: "Emeğine sağlık. Işığın bol olsun. Kadrajına zeval gelmesin" gibi, sitcom dizisinden çıktığı sanılan tuhaf saygı ifadeleri.

Cin olmadan adam çarpmak istedikleri için, yukarıda belirttiğim gibi, sanat değil şekil önemli olandır. Bu yüzdendir ki, her fotoğraflarında gereksiz kaşlar, kaçırılmış renkler, tuhaf sözler ve en önemlisi imza vardır. İmza dediğin orjinal işe atılır, senin olduğunu belirtir. Sen neyi çektin de neye imza atıyorsun? Ha, tabi bir de muhakkak kendi adlarına, sonunda photography ekli bir siteleri de vardır. Misal: Salağın adı Ahmet Götübüyük olsun, bu kişinin muhakkak ahmetgotubuyukphotography.com diye sitesi vardır.

Kendilerine fotoğrafçı derler.
Fotoğraftan para kazanmak isterler.
Estetik ve ışık bilgisi almadan, güzel bir modelle nü çalışmak isterler.

Şımarık çocuklardan farksızdırlar.
Gereksizdirler.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Rakıname

Çok sevdiğim bir eserdir. Paylaşmak istedim. 

İçmesinin bilene
Zevk-ü sefadır.
İçme'yi bilmeyene
Cevr-ü cefadır rakı.

Bir münasip mikdarı
Muhabbet anahtarı
Kaçırırsan ayarı
Can'a ezadır rakı.
 
Ne dert kalır, ne keder,
İçeni mes'ut eder.
İçebilirsen eğer
Ruh-u ciladır rakı.

Ham ervahsan yanaşma
Arif'sen ondan şaşma,
İç ama, haddi aşma
Ferahfezadır rakı.

Yarattığı ahengi,
Ne saz verir ne çengi,
Terbiyenin mihengi
Dense sezadır rakı.

Beyaz peynir, domates,
Yanına bir kavun kes,
Çiğ köfteyle ne enfes
Bir iptiladır rakı.

Biraz tuzlu leblebi,
Jadehin billur leb'i,
Dudakları öpmeli,
Yoksa hebadır rakı.

Ehli kemal olana
Zevkle hem'hal olana,
Sohbette tad bulana,
Yar'ı vefadır rakı.

Misten ala kokusu,
Ana sütü gibi su,
Şu ki sözün doğrusu
Müstesna ma'dır rakı.

Dost bezminde sohbette
Neşe-i muhabbette
Her manevi lezzete
Bir vasıtadır rakı.

Nükte, cinas anlayan
Ahengi-i bezm'e uyan,
İçip zırvalamayan,
İşte o'nadır rakı.

Eşek içince zırlar,
Köpek içerse hırlar
Kedi içse tırmalar,
İnsanlar'adır rakı.

Al kadehi eline,
Dokun gönül teline,
Muhabbet alemine,
Bir merhabadır rakı.

Adabı, erkanı var,
Zamanı mekanı var,
Kimin ki iz'anı var,
O na şifadır rakı.

Gönül dargınlarına,
Vefa kırgınlarına,
Hayat yorgunlarına,
Haza devadır rakı.

Mirkelamoğlu der ki:
Had bilmezsen eğer ki,
Öyle rüsva eder ki,
Başa beladır rakı.


Necip Mirkelamoğlu

9 Mayıs 2010 Pazar

Öğrenci Milletinden Nasıl Bıktım

Kimse “lan sen sanki öğrenci değilsin” falan gibi laflar etmesin. Eskişehir’de yaşadığım şu kadar sene boyunca yemin ediyorum bıktım öğrencilerden. Bilhassa da aileden koptuğu anda kendini ipini de koparmış ilan edip bokunu çıkaranlardan bıktım. Bundan sonra ilk ev değişimimi kesinlikle ailelerin yaşadığı bir apartmana yapacağım. Gerekise kız arkadaşımla geldiğimde kaş göz yapan yaşlılar olsun, gerekirse bir arkadaşım geldiğinde en ufak tıkırtıda alttan çat çat vuran zebani gibi komşular olsun. Yine de aile apartmanına taşınacağım.

Gecenin bir yarısı güruh halinde toplanıp, ahırları addettikleri evlerinde bağırma konusunda rekora koşan öğrencilerden başlayayım. Bunlar özellikle insanların uyuduğu odalara yakın yerlerde toplanırlar. Sahip oldukları hayvanlık, genlerinden geldiği için diğer insanları rahatsız edebilmenin en kilit noktalarını elleriyle koymuş gibi bulurlar. Hele bir de okey vb. oynuyorlarsa, hele bir de yanlarında kız varsa...  O zaman gecenin bir yarısı uykunuzdan kalkıp kapılarına dayandığınız ve en ufak ters bir harekette ağzının ortasına bir tane indireceğiniz için siz suçlu olursunuz.

Bunların dışında yaşadığı yeri club sanan eller-havaya hayvanları vardır. Bunlar da doğuştan eksik donanımlı oldukları için kendilerini müziğin ses seviyesiyle tamamlamaya çalışırlar. Ses dalgaları yüzünden apartmanın rezonansa girmiş olması onların sikinde bile değildir tabi. Ertesi gün finali olup, gecenin 3’ünde tüm apartmanda yankılanan bir İbrahim Tatlıses şarkısı ile uykudan  uyanmanın ne demek olduğunu bana sorun sevgili okurlar. Uyku sersemliğiyle sesin nereden geldiğini algılayamayıp, siz kendinize gelene kadar müziğin kesildiğini ve hissettiğiniz tüm öfkeyi sesin geldiği yeri bulamadığınız için içinize atmak zorunda olduğunuzu düşünün. Böyle böyle katil oluyor demek ki insanlar.

Onun dışında öğrencilerin yoğunlaştığı apartmanlarda genelde apartman yöneticisi devamlı olarak değişir. Çünkü bu tür apartmanlarda yönetici olmak, hayatının 30 yılından feragat etmek demektir. Çünkü o öğrencilerin çoğu alkole, sigayara yatırdıkları paranın 10’da biri kadar olan bir rakama tekabül eden apartman aidatını vermezler.

Vallahi fena doluyum bu öğrenci milletine. İnsan gibi yaşamayı bilen dostlarımı tenzih ediyorum tabi ki. Fakat geri kalan hayvani güruha elektrikli tasma takılmasını öneriyorum. Köpek bile elektriği yiyince anlıyor ne yapmaması gerektiğini. Bunlar da anlar her halde. Yoksa gazeteyle falan kafasına vurarak eğitemeyeceğiz bu öğrenci görünümlü hayvani canlıları.

Breaking Bad Hakkında

Sopranos’tan sonra izlediğim en tutarlı yapım. Her bölümü büyük bir iştahla izliyorum. Durum böyle olunca, burada da bu dizi ile ilgili bir şeyler yazmak istedim.

Bilen bilir, dramalar barındırdıkları gerçeklik ile daha çok ilgimi çekerler. Bir dizi yapıyorsanız önünüzde iki seçenek vardır: Ya olayları tamamen 3. Bir şahıs gibi dışarıdan, yazar olarak müdehale etmeden izlersiniz ya da olaylara müdehale eder ve fantezi dünyası oluşturursunuz. Günümüzde çoğu yapım ikinci strateji üzerinden giderek ana akım izleyicinin hoşuna gidecek, gerçeklikten uzak kurgulara sahip dizileri çekmeyi tercih ediyor. Bu bağlamda Breaking Bad, Sopranos ya da Mad Men gibi yapımların cesur atılımlar olduğunu belirtmek lazım. Senaryoda izleyici çekebilmeniz için karakter ve kurguyu en iyi şekilde optimize etmeniz gerekmektedir. Hayali ürünler, yapıları gereği karakterden ziyade kurgu kısmına odaklanırlar. O sebeple o tür yapımlarda sizi çeken şey karakterlerin derinlikleri değil konunun işleniş biçimidir. (Carnivale, buna iyi bir örnektir) Gerçekçi hikayelerde ise karakterler derindir ve bunların geçirdikleri değişimler ön plandadır. (Bu konuda örnek olarak da Mad Men, Sopranos ya da Six Feet Under’ı verebilirim)

Şimdi bunlardan sonra gelelim Breaking Bad’e...

Breaking Bad, yukarıda ‘gerçekçi’ olarak tanımladığım gruba dahil. Asıl hikaye uyuşturucu üreticisi olma sürecini yaşayan, sıradan bir kimya öğretmeninin başından geçenler olsa da; odak noktasında ana karakter olan Walter White ve onun yakınlarının değişim süreci var. Senaristler ise bize izleyici olarak istediğimizi değil, gerçek bir hayatta bunlar yaşansaydı neler olabileceğini gösteriyorlar. Bu açıdan dizideki her hangi bir karakterle özdeşleşmemek mümkün değil.

Diğer yandan, dizinin bu derin karakter tablosu oldukça iyi işlenmiş bir olay örgüsüyle besleniyor. Ani efektler ya da zorlanmış sahneler olmadan en büyük gerilimi yaşayıp, ağlayan bir karakterin ruh halini televizyon-bilgisayar başında hissedebiliyorsunuz. Cast seçiminin mükemmel olduğu gerçeğini yadsıyacak değilim tabi ki ama teknik ekip de bu konuda işini bilen insanlar. Işık renk ve şiddetleri, kamera konumları, sahne geçişleri vb. teknik detaylar çok ince düşünülmüş bir proje olduğunu gösteriyor. (Zaten ilk sezondan sonra set ekibindeki ani değişim, prodüktörlerin işin ciddiyetini anladıklarının göstergesi olsa gerek)

Oyuncu seçimine ise bir şey diyemiyorum. Karakterleri canlandıran oyuncular kendilerinden bekleneni gerçekten fazlasıyla karşılıyorlar.

Takip ettiğim onlarca diziden her hangi bir tanesini Breaking Bad’den sonra izleyemiyorum. Çünkü normalde ayıla bayıla izlediğim diziler (Lost, House MD, Fringe...) Breaking Bad’den sonra öğrenci projesi gibi gelmeye başlıyor.

Umarım Walter White’ın ömrü yeter de daha uzun süreler bu diziyi izleyebiliriz. =)

Ayı Hayvanı

Coca Cola'nın kutuplarda yaşayan ve aşırı sevimli bir aile yapısı çizen kutup ayıları, Ayı Yogi, Winnie the Pooh denen eşcinsel yaratık, 80'li yıllardan ileriye geçememiş erkeklerin sevgililerine hediye olarak verdikleri peluş ayılar...

Bugün bakarsak; "ayı" kelimesi ya sevimli bir çizgi film veya peluş karakteri ya da toplum içinde nasıl davranılması gerektiğini bilmeyen insanları aşağılamak anlamlarını çağrıştırıyor. Koşmak ve ısırmak dışında bir boka yaramayan aslan, kaplan gibi hayvanları överken; doğanın en 'belalı' canlısını sallamıyoruz bile.

Bugün sizlere ayılar hakkında bilinmeyenleri göstermek için bunu yazıyorum. Bir bakın bakalım, o yağ torbası gibi hayvan aslında neler yapabiliyormuş.


Bilimsel sınıflandırmasına girmeyeceğim. Merak edenler Wiki'den detaylı bilgi alabilirler.

Günümüzde yaşayan sekiz tane ayı türü var: Boz ayı(Türkiye'deki ayılar bundan), Amerika siyah ayısı, Asya siyah ayısı, Kutup ayısı, Malaya ayısı, tembel ayı, büyük panda ve gözlüklü ayı.

Ayılar, sanılanın aksine oldukça hızlı koşarlar. Eğimli ve düz zeminlerde saatte 50 km hıza kadar çıkabilirler. Bu da onlardan koşarak kaçamayacağınız anlamına gelir.

Tilkiden daha kurnaz canlılardır. Arı kovanını taş atarak düşürmek, tuzak kurmak, ağaçtaki bir şeyi düşürmek için ağacı sarsmak gibi davranışları vardır. Yani, ayıdan kaçarken ağaca çıkmanız da pek akıllıca bir çözüm olmayacaktır. Ayrıca ağaca çıkabilen türleri de vardır.

Oldukça güçlü bir hayvandır. "Dur iki güreş tutayım" diye yaklaşmanız durumunda tek pençesiyle bedeninizi ikiye ayırabilecek kuvvetle saldırabilir.

Oldukça duygusal ve kincidir. Anne ayı, yavrularını korumak için oldukça saldırgan olabilir. Yavrusunu kaçırmaya çalışan insanlarından birini uçurumdan yuvarlayıp, diğeri için geri dönen ve onu da öldüren ayının hikayesi gazetelere çıkmıştı. Ne olursa olsun, yavru ayı görürseniz kaçın. Annesi yakınlarda olabilir.

Balina avlayabilen iki canlıdan biridir. (Balina avlayabilen diğer canlı insandır)

Penisinde kemik olan tek canlıdır.

Genellikle saldırgan değillerdir ama oldukça meraklıdırlar. Piknik yaparken yanınıza bir ayı yaklaşmışsa, muhtemelen sizin çıkardığınız ses ve kokuları merak edip gelmiştir. Ayılar, doğrudan bir saldırı görmedikçe (yavrusu olan dişi ayılar hariç) insanlara saldırma eğilimi taşımazlar.

İyi yüzücülerdir ve suyla araları oldukça iyidir. Göz-kas koordinasyonları iyi gelişmiştir. Akarsuda oldukça iyi somon avı yapabilmektedirler.

Ayrıca, eski bir deyiş vardır: “Ormanda çamın bir iğne yaprağı düştüğünde bunu bir kuş görür, bir geyik duyar ve bir ayı koklar."


Şimdi soruyorum: Ormanın kralı ayı değilse, kimdir?