22 Aralık 2009 Salı

Bir Alkol Özentisine Kısa Notlar

20 tane bira içtin. Bir kasa birayı tek başına kanalizasyona gönderdin. Ama hayatında öğrenemedin biranın sınırı olmadığını. Öğrenemedin, 16 yaşında çıtır ergenlerin bile rahatça en az 5-6 bira içebildiğini.

İki büyük rakıyı tek başına bitirdin. Zamanını sorduk, "2-3 saat" diye cevap verdin. "Meze?" dedik, "yok" dedin. "Tek başına mı?" dedik, "tek başıma" dedin. "E yarrak kafası!" dedik haliyle. Şaşırdın bunu duyunca tabi. Beklemiyordun. "Helal lan" bekliyordun. Ya da “yuh oğlum” gibi bir kızgınlık kisvesi altına saklanmış, göğsünü kabartacak kelime öbeği bekliyordun dudaklarımızdan. Ama bilmiyordun ki, rakı yavaş içilir. Bilmiyordun ki, muhabbetle içilir. Mezeyle içilir. Bilmiyordun ki rakı içmeyi bilenler senin gibi adamı bırak sofralarına oturtmak, yanlarından geçirmezler. Aldandın. Ortamdaki 2-3 kıza iyi görünmek, güçlü imaj oluşturmak , belki biraz da -bizim ülkede gayet sevimsiz duran- bir serseri maskesi takmak istedin. Kızlar yedi mi bilmiyorum. Ama biz yemedik.

Sonra votkaya göz diktin. Ortamdaki yüksek volumle dalgalanan vodka-vişne bardağıyla karıya kıza yaklaşıp seks için umutlandın uzun uzun. Veren oldu ya da olmadı, bizi ilgilendirmez. Ama sonra çıkıp votkanın en iyi içki olduğunu iddia ettin. Sırf sen meyve suyu içip sarhoş olmak istiyorsun diye tüm kaliteli içkileri bir kenara attın. Önceki hallerini bildiğimiz için laf etmedik. Baktık ve güldük sana. O sırada sen, yanımızdaki kızların istediğini söylediğimiz ama aslında kendimiz için istediğimiz içkileri getirmek için bara doğru yönelmiş, gidiyordun.

Yılbaşı oldu. Biz eğlenmeyi amaçladık, sen içmeyi. O yüzden biz muhabbetin en güzel yerinde daha 2. Kadehimizdeyken sen 5. Bardağı yuvarlamakla meşguldün. Neyi, nasıl içeceğini bilmediğin için, alkol ihtiva eden her şeye saldırdın, karıştırdın, gereksiz bir show uğruna hem midenin hem de karaciğerinin anasını siktin. Üstelik bunları sadece kendine zarar vererek değil, bizim içki stoklarımızı da sabote ederek gerçekleştirdin. Yaptığını sevmedik. Saçmalamanı, konuşmanın bozulmasını, kusmanı kendi grubumuza yakıştıramadık. Belki hatırlamazsın ben hatırlatayım sana: Kafan klozetin içinde kusup, öğürürken; bir yandan “normalde bana bir şey olmaz da bugün midem kötü ondan” diye saçma sapan bir cümleyi tamamlamaya çalışıyordun. Ben o dakika gittim içeri.

Sonra viskiye sardın. Tadı iyi olduğu ya da beğendiğin için değil. İçebiliyor olduğunu kanıtlamak için. Televizyon ve ana akım medya yayınlarında gördüğün ve asiliği simgediğini sandığın Jack Daniels şişesini kafana her dikişinde, yüzünün buruşması zar zor engellediğini fark ettik ama çaktırmadık. Sonra viskiyi kola gibi tuhaf şeylerle karıştırıp öyle içmeye başladın. Club’da votka içmeyi sevmenden farklı bir şey değildi yaptığın. İçkiler farklı olsa da ana amaç aynıydı. Sonraları viskiye alışma evrende, viski kadehini ağzına kadar doldurduğun gün ayrılmıştık yanından hatırlarsan.

Üstelik bunların hepsini yaparken yaşın 15-16 değildi. Ergen ve bilgisiz değildin. İşte bu yüzden seni aramıyor, sormuyoruz artık.

7 Kasım 2009 Cumartesi

Youtube Ofisi

Her ne kadar makina mühendisliği yapacak olsam da yazılım devlerinin çalışma ortamları hep ilgimi çekmiştir. Biraz önce Chip Dergisi'nin web sayfasında gördüğüm bir galeriyi burada da paylaşmak istedim. Buyrun Yotube California ofisinden fotoğraflar:
Kaynak: http://www.chip.com.tr/galeri/YouTube-iste-burada-calisiyor_1025.html












2 Kasım 2009 Pazartesi

Yazdım Gitti V1.0

Penis ve beyin. Kan ya alta pompalanır ya da üste. O yüzden ikisini aynı anda asla kullanamazsın.

Makat ile haşır neşir olan şemsiyenin hareket fonksiyonu bir kez daha deney ve gözlem ile sabitlenmiş ve doğrulanmıştır.
(Mekanizma sınavı öncesi ve sonrası)


Midede karışmış durumda bulunan kolombiya, sumatra ve nescafe. İşte ben buna gerçek bir sınav haftası derim.

"Aksiyon lazım bünyelere. Anlıyorsun değil mi B.B.?"
dedim. "Thrill is gone hacı" diye cevap verdi üstad. Vardır bir bildiği...
Peki ya insanın 'Vista' tadında sevgilisinin olması?
Çok makyajlı ömür törpüsü. Sistem kaynağı canavarı... Ayrıca en ufak sorunu bile devasa boyutlara ulaştırabilme yeteneğine sahip...

Daha da kötüsü Mac gibi sevgilin olması:
Güzel, zeki, seksi, başarılı ve zengin kadın...

Ms. Access
Sevgili:
Zekidir ve pratiktir. İlişkinin başlarında gayet güzel, dinamik bir ikili oluşturduğunuzu düşündürür fakat ilerleyen zamanlarda anlamsız hatalar vermeye başlar. Negatif feedbackler ve uzun süren kopmalar yaşarsınız. Çünkü sevgiliniz ilişkiden yorulmuştur. Ne beklediğini ya da neden yorulduğunu kendi de bilmez. Belirli bir noktadan sonra (bir zamanlar bu sınır 2 Gb idi) kopma noktası yaşarsınız.

Oracle
Sevgili:
Access sevgiliye göre daha temkinli ve yavaştır. İlişkide ağır ilerlemeyi tercih eder. En başta yaptığınız hatayı ilişkinin 5. yılında rahatça hatırlayabilen ve ilişki süresi arttıkça daha sağlam bir sevgi doğacağına inanılan sevgilidir. Ayrıca anaçtır.

Internet Explorer
Sevgili:
Siz olmasanız da, çevresinde her zaman kendisini sevecek ve el üzerinde tutacak insanların farkında olan sevgilidir. Çoğu ilki onunla yaşarsınız ama asla yeteri kadar iyi değildir ve ayrılık kaçınılmazdır.

Google
Sevgili:
Hızına uyum sağlayamazsınız ama zaman geçtikçe yeteneklerinin boyutuna hayran kalırsınız. (Oysa en başta ne kadar sade ve sıradan görünmekteydi.)

Tribal
Sevgili:
Gösterir... Gösterir... Gösterir... Vermez.

Debugger
Sevgili:
Kendileri için en iyiyi istedikleri gibi sizin de bu standardın üzerinde olmanızı beklerler. Davranışlarınız ya da karakterinizde ona göre yanlış gelen kısımlar hızlı bir tepki ile yüzünüze çarpılır

Nihayetinde insanın kendisini -tam anlamıyla- dinleyebildiği tek yerdir tuvalet.

Termodinamik ne acayip lan. Bildiğin havadan sudan konuşuyoruz.

Senden sonra kalanlar mı? Büyük bir boşluk ve itiraf ederken canımı yakan cümlelerim.

Kendi üzerime aforizma:
(Evet tuhaf oldu biraz)
Hakkımda bu da dendi: "Nescafe gibi adamsın. Pozunda bile davet var."
(Sağolasın Kaan)

1 Kasım 2009 Pazar

Göt Olma Analizleri Track 1

Yakın zamanda evlenecek olan bir kız arkadaşımla konuşurken konu döndü dolaştı evlilik, eşler ve seks tagleriyle örülü bir duruma geldi. Genelde bunu söylediğim evli çiftleri kızdıran ve karşıdaki arkadaştan da benzer bir tepki beklediğim Oscar Wilde'ın ünlü sözünü paylaştım:
"Evlilik, her gün süt içmek için evde inek beslemeye benzer."

Fakat sonra arkadaşın öküzün ineğe karşı görevini simgeleyen "E biz de evde öküz besliyoruz işte" cümlesini kurmasıyla gülüp, kalmışım.

31 Ekim 2009 Cumartesi

Twitter Kullanmak ve Kullan(a)mamak Üzerine

İlk başlarda son derece karşı olduğu Twitter'ı son birkaç aydır oldukça aktif ve sık olarak kullanıyorum. Doğal olarak, ilk baştaki düşüncelerim ile şu an ki düşüncelerim arasında bariz fark var. Şimdilerde ise bazı arkadaşlarım benim ilk başta düşmüş olduğum hataya düşüp Twitter'ı neden bu kadar sevdiğimi soruyorlar. Bu konu üzerine Serhan bir link bombardımanı yapmış. Oradan derlediklerimi buraya koyuyorum:

- twitter sayesinde bildigin para kazaniyorum ben. nasil? cok basarili ve kendini kanitlamis bazi yatirimcilar twitter sayfalarinda borsada alip sattiklari her hisseyi aninda yaziyorlar. biraz akilli olup kimi ne zaman takip etmeniz gerektigini ogrenirseniz ciddi ciddi kar ediyorsunuz.

- dunyanin herhangi bir yerinde herhangi bir sey oldugu zaman en hizli haberi twitter'dan aliyorsunuz genelde. ucak mi dustu, plane crash diye aratin, muhtemelen ucagin arka bahcesine dustugu bahtsiz adam twitter'da birinci elden detaylari veriyordur.

- normalde hicbir etkilesiminizin olamayacagi insanlarla iletisim kurma sansi veriyor. ilgi alaniniz shaquille o'neal ise onunla konusabilirsiniz mesela. maca cikmadan once soyunma odasindan gonderdigi fotograf her ne kadar cok muhim olmasa da eglenceli ve degisik bir sey oldugunu kimse inkar edemez.

- sahsen ben meslegimde onde gelen insanlari takip ediyorum ve her gun yeni bir sey ogreniyorum. gerektiginde onlarla fikir alisverisinde bulunabiliyorum. rakip firmanin ceo'su agzindan ne zaman beta'ya gireceklerini kacirabiliyor ve bu bizim icin onemli.

- elbette bunlarin haricinde sevdiginiz insanlarin ne dusundugu ne yaptigini izlemek eglenceli bir sey, ama benim olayim cogu zaman o degil. sabah aksam muspet ilime katkida bulunmayan tweetlerde bulunanlari saygiyla takip listemden cikariyorum. siz de oyle yapin.

bunlarin neredeyse hepsi twitter'a ozgu faydalar. bildigim baska hicbir platform bunlara olanak saglamiyor. oyleyse, twitter'i sevelim.

(Ekşisözlük, dementia, http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=16600658)

------------------------------------
tamamen kimi takip ettiğinizle alakalı olarak bu siteden maksimum zevki ve verimi alabilir ya da genel olarak ilk tanışan herkesin doğal tepkisi olan "napacağım milletin ne yaptığını" tepkisini verip uzaklaşabilirsiniz... tamamen ilgi alanınıza göre bir takip listesi oluşturmanızla ilgili bu durum... şahsen ben de ilk üye olduğumda hiç anlamayıp ne ki bu deyip çıkmıştım... ne zaman ki uğraştığım dallardaki ya da ilgi alanlarımdaki pek çok ünlü ya da profesyonel insanın, sitenin, şirketin twitterları olduğunu öğrendim ve onları takip etmeye başladım, o zaman çılgınca bağımlısı oldum... en basitinden geçen hafta yapılmış olan comic con sırasında oradaymışım gibi her an her şeyden saniyesinde haberim oluyordu... üstelik bu tarz şeyler sadece yazıyla da değil, fotoğraflarla, videolarla da destekleniyor... hele bir de twitter aplikasyonları kullanırsanız gerçekten saniyesinde alıyorsunuz her şeyi... böyle bağlanınca da siz de bir şeyler yazmaya paylaşmaya başlıyorsunuz haliyle...
şu site üzerinden daha iyi fikir edinmek de olası: http://mashable.com/category/twitter-lists/
kısacası arkadaşlarınızı takip etmek, onlarla bir şeyler paylaşmak için facebook yeterli ve belki de daha iyi olabilir, ancak twitterda sözkonusu olan genel bir paylaşım ve takip... bunun da nasıl kullanıldığı kişiden kişiye değişiyor...

(Ekşisözlük, madcan, http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=16600802)


---------------------------------------

şirketlerin teknik destek, pr ve pazarlama bölümleri de twitter üzerinde faaliyet göstermekteler.
geçenlerde, avaya hakkında bir status update yaptım. iki saat sonra, "avaya teknik destek sizi izliyor" deyu bir mesaj geldi e-posta adresime. şaşırdım.
hemen, yeni bir status update (türkçesini bulamadım) döşedim. dedim ki, "avaya'nın aşmış abileri; altı ay önce tapi ile ilgili bir ticket açmıştım. geri dönen olmadı". hemen, twitter üzerinden özel mesajla bana ulaştılar. durumu anlattım. t4 seviyesinde iki kontak verdiler. sorumu onlara da ilettim. bir hafta içinde çözüp döndüler.

aynı twitter, genesys labs üzerinden de bana benzer bir hizmeti sağladı.

hani, "yerde ararken gökte bulduk", derler ya, biz de "tech support web sayfalarında derdimize derman arar iken, twitter yaramıza merhem oldu".

ha, birilerinin bizi takip etmesi, status update'lerimizi değerlendirmesi ve kullanması kıllandırmıyor mu? kıllandırıyor. ama, böyle işe yarayan durumlarda da sevindirik-ül-periferik oluyoruz (ne demekse).

hamiş; ayrıca, kendini bir bok zanneden "bazı" insancıkların "twitlerini" özenle koruduğu mecraymış. canım, sen twitlerini korusan ne olur, korumasan ne olur. sevsinler seni...

(Ekşisözlük, the last mimzy, http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=16623540)

Bonus:

http://twitter.com/melihgokcek

http://twitter.com/hz_muhammed

http://twitter.com/god


Ha bir de unutmadan;

O kadar şey yazdıktan sonra kendi twitterımı da vereyim, tam olsun:
Cglrshn

Makina Mühendisliği Bölümü Üzerine Aforizmalar V.1

Makinacı olmak; P=0.96 Mpa, s=0.7082 kJ/Kg-K Freon'un sıcaklığını SMS ile sorabilmektir.
(Yakın dostum Serhan tarafından termodinamik-2 vizesi öncesi cep telefonuma gelen mesaj üzerine. 27.11.2008)

Dünya üzerinde koridorun bir ucundan diğer ucuna "yarrağım" diye bağırabileceğiniz başka bir yer bulun, ben de size "aferin" diyeyim.

Makina mühendisliği sevdası uğruna dış dünyadan kendini soyutlarak insanlar yerine ağaçlarla konuşmayı, dertleşmeyi seçen hocaların derslerini dinlemek ve anlamaya çalışmaktır.

Halı saha için adam bulamamak sorunsalının 4 yıl süresince nihai çözümüdür.

"Kadın nedir?" sorusu üzerine "Senin, benim gibi amı olan canlı" şeklinde cevap veren insanların bulunduğu, toplandığı, mutlu olduğu yerdir.

Sadece öğrencilerin değil, hocaların da küfredebildiği özgür platformdur.

4 yıl sonra yollarda beraber yürüdüğünüz insanların yuvadan uçmasını izlemek ve arkalarından su dökmektir.

Filmlerde Mantık ve Tutarlılık

Bugün senaryo yazımı üzerine okuduğum bir derlemede, iyi bir senaryo oluşturmanın en temel kurallarından birinin senaryonun inandırıcı olması gerekliliği olduğu yazıyordu. Aslında gayet basit ve anlaşılabilir bir cümle.

Ama aslında değil!

Bu yüzden insanlara neden Jumper, Wanted ya da Die Hard 4 gibi filmleri sevmediğimi anlatamıyorum. “İnandırıcı değil” dediğimde karşımdakinin genelde ilk tepkisi -aslında biraz da haklı olarak- “E abi Matrix'de de adam uçuyor. Bir şey demiyorsun.” ya da benzeri şekilde iyi filmlerin doğaüstü özelliklerini vurgulayan bir cümle oluyor. İşte bu yazıyı yazmama sebep olan tepki budur!

Olm lan!

Hasta ediyorsunuz bunu deyince var ya!

Bir filmin inandırıcı olması ile fantastik, antik-kuntik olması arasında fark vardır. Senaryo yazarken bir evren yaratırsınız. Bu evrene karakterlerinizi koyar ve belirli bir çevre ile sınırlandırırsınız. Sonra olayların gelişimi bu kapalı çevre içindeki karakterlerin karşılıklı ya da müttefik olarak çatışması eşliğinde devam eder. Sonuç olarak her ne kadar geniş bir ufkunuz olsa da sınırınız “insan” ve “mantık”tır. Yarattığınız evrende kurguladığınız fiziki yasaları sağlayacak her hareket meşru olacak, bunun dışına taşan her şey tepki uyandıracaktır. Bunu şu şekilde özetleyebilirim: Wanted filmini örnek vermek istiyorum. Eğer bu filmi sadece görsel efekt -ki bazı efektler gerçekten yetersizdi- ya da Angelina Jolie'nin poposunu görmek için izlemediyseniz dikkatinizi çekmiştir. Eğer bir senaryoda büyücü, psişik ya da benzeri şekilde fizik kurallarına etkide bulunabilen bir karakter yaratırsanız ben de bu karakterin doğaüstü şeyler yapmasını seyirci olarak doğal karşılarım. Hatta bu tür hareketleri beklerim. Fakat tutup da kendi fiziki kurallarımızda bir insanın silah mermisine bumerang muamelesi yaptırabildiğine inanmamı isterseniz ters teper. Tam tersine seyirci olarak kendime gelir ve film izlediğimin farkına varırım. Aynı örneği John McClane'nin fizik yasalarını hiçe sayarak arabayla helikopter, tırla uçak düşürmesi gibi sahneleri olan Die Hard 4 ve Jumper için de verebilirim. Diğer taraftan Star Wars, Matrix gibi senaryosu oturmuş filmlerde karakterler önceki facialara (Die Hard 4, Wanted vs.) nazaran daha inanılmaz güçlere sahip olsalar bile filmin kendi kurgusu içinde seyirciye işin mantığını verebildikleri için yadırgamamızı engellemektedirler.

Senaryonun kendi içinde fiziki açıdan dengeli olması gerekliliği dışında bir de insan faktörü var. karakterlere stres anlarında gereğinden büyük cümleler ya da hareketler verince de filme güven kayboluyor. Gerçek hayatta (ister uzayda ister dünyada yaşasın) hiçbir insan evladı üzerine gelen ve kendisini öldürmeye niyetli bir yaratığı ani bir hamleyle öldürürken “cehenneme git lanet olası” diye bir cümle kurmaz. Kuramaz! Bu tür popcorn şovları seveniniz illa ki vardır fakat şahsi kanaatim, film izlerken ekrana gelen ardarda karelerin birer kurgu olduğunun bilincine vararak değil filme kilitlenmiş, özdeşleşmiş bir ruh hali içerisinde olmanın daha uygun olduğudur.

Bu yazı Uçan Adam Sabri'ye adanmıştır.

28 Ekim 2009 Çarşamba

Zalımsın HBO



Eğlenceyi yarıda kesmek, hevesi kursakta bırakmak...

Sevgili dostum, dizi danışmanım ve ortağım Damir’in “abi şahane dizi bak” şeklindeki yorumundan sonra ilk defa duymuş olduğum Carnivale’ı(Carnivàle) bir bilen imdb’ye sordum. Gördüm ki bilenler, görenler basmışlar puanı, basmışlar puanı. 9.0/10 gibi bir puan imdb için candır, canandır zira. Neyse dizyle ilgili diğer bilgilere de baktığımda ise hemen başka bir açıklamaya ihtiyaç duymadan iki sezonu olduğu gibi torrente basmama sebep olacak şeyi gördüm: Yapımcı: HBO! HBO, daha önceleri The Sopranos, Six Feet Under, Rome ve şimdilerde True Blood gibi dizileri yayınlayarak rep butonuna basmak istediğim yegane kanaldır. Neyse efendim bu gibi düşünce ve duygular içerisinde indirdim Carnivale’ı.

Dizi sadece 2 sezon sürüyor. Sonrasında yapımına başlanacak olan Rome için para bulamayan HBO diziyi 2 sezona sıkıştırmak zorunda kalmış. Çünkü Carnivale da oldukça yüksek bir bütçeye sahip. Dizinin konusu ve ekstralar nette mevcut. Dileyen gitsin baksın. Fakat asıl değinmek istediğim son sezonda yapılan ibneliktir! Ekşisözlük’ten birinin dediği gibi: Madem bitirecektiniz, son bölümün son 10 dakikasını neden gösterdiniz. Yok 10 dakikayı gösterip milleti ağlattınız, neden devamını çekmediniz?

İzleyici öyle göt gibi bırakılır mı lan?

Ayıptır yaptığın HBO!

Bu da dizinin bitimi üzerine girdiğim depresyonun meyvesi, Carnivale Sagusu:

Brother Justin öldi mu?
Isiz Canaan kaldı mu?
Hawkins öçin aldı mu?
Emdi ürek yartılur.

10 Haziran 2009 Çarşamba

Gece, Melek ve Abazalar

Bu yazıyı oluşturmamda emeği geçen 26 DXX XX plakalı mavi Doğan görünümlü (olduğunu düşündüğüm) Şahin ve içindeki birbirinden değerli 4 homo erectusa teşekkürlerimi sunmak isterim.

Böyle bir yazıyı yazmama sebep her bira almaya çıktığımda(haftanın Pazartesi, Perşembe, Cuma, Cumartesi, Pazar günleri saat 20:00-24:00 arası. Arayın içelim. Neyse.) karşılaştığım, gençlerimizin cinsellik ve karşı cinsin ilgisini çekme konusunda ne kadar beceriksiz olduğunu sergileyen bazı tutum/davranışlar oldu.

Dikkat ediyorum ne zaman bir kız apartının/yurdunun önünden geçmeye çalışsam, trafiğin kız yurdu önündeki daracık yolda hız denemesi yapan, genel olarak ticari veya doğan/şahin jenerasyonu araçlardan oluşan bir motor sporları tutkunu güruh tarafından engellendiğine şahit oluyorum. Gençlerin motor sporlarına ilgi duymalarını kınayacak, kötüleyecek bir kişi değilim. Fakat bunu yaparken isterim ki hormonları ile değil içlerindeki spor aşkıyla tutsunlar direksiyonlarını. İsterim ki yanımdan geçen, kapısında falanca Ticaret yazılı bir ticari aracın ışık hızına ulaşma çabaları yüzünden ben –ve diğer yayalar- kaldırımın en ücra köşesine kaçışmak zorunda kalmayalım. Kovalanmış köpek gibi hissediyorum kendimi şerefsizim. Ayrıca bugüne kadar tanıdığım bayanlar arasında sırf motor sesi yüksek ya da arabasını 1. Viteste 7000 devire çıkarabiliyor diye bir erkeğe verenini duymadım. Bu oldukça genel bir şey de ben bilmiyorsam benim öküzlüğüm bu durum tabi. Araba sesinin afrodizyak etkisi olsaydı F1 denen meret izleyici ve sürücülerin uygunsuz davranışları yüzünden +18 etiketiyle geceleri yayınlanırdı zaten.

Bir diğer dikkatimi çeken şey de yine bu yurdum insanlarının arabalar hakkındaki bilgi yetersizlikleri oldu. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; bir araba sırf yüksek devirde seyrediyor ya da egzosunda egzosun çalışma sistemini sikip atan kasıtlı bir ufacık delik var diye motor gücü ya da motor hacmi yükseldiğine şahit olmadım. Bilmediğim bir şey varsa söyleyin mühendisler olarak inceleyelim, bir şey bulursak biz de yapalım aynısını.

Son olarak şunu söylemek istiyorum:
Altınızdaki meretin tekerlek sayısı, motor hacmi ya da ne kadar ses çıkardığı önemli değil. Önemli olan iniş takımlarınızı ne kadar iyi kullanabildiğinizdir hormonlu canlarım benim.

Sevgilerimle.

Çağlar Abiniz.