2 Aralık 2010 Perşembe

Spiritüel Denyo Oldum

 
“Aaa, olur mu hiç! Hepimizde dışarıya verdiğimiz bir enerji ve bu enerjinin frekansıyla rengine göre değişen ruh halleri vardır.”

“Yuh!” Diye geçirdim içimden. Bir enerjinin nasıl renk sahibi olabileceğini kafamda canlandırmaya çalışırken, masada bir anda sessizlik olduğunu farkedip tekrar konuya döndüm. Çevremdeki herkes anlamsızca bana bakıyordu. Bilhassa masadaki kızların kocaman olmuş gözleri –bir bayanın iğneleme bakışı doğada 10 aslan gücüne tekabül eder- ve geri kalan erkek grubun genel ilgisizliği üzerine içimden geçirmem gereken yuh’u masanın orta yerine bırakmış olduğumu fark ettim. 4 tane kızgın, 1 tane alıngan ve 2 tane de ilgisiz göz beni izliyordu. “Haydi bakalım Çağlar” diye düşündüm. “Çık şimdi işin içinden...”

*****

Bir saat öncesine kadar gayet seviyeli giden muhabbetimiz, Selin’in bir arkadaşıyla konuşması ve konuştuğu arkadaşına oturduğumuz yeri tarif etmesiyle bozulmuştu. İlk başta dikkatimi çekmeyen ve oldukça sıradan gelen bu yeni eleman, bir süre sonra kıyafet, yatak, aksesuar seçiminde insan enerjisinin önemi gibi bir konuya girecekti. Ama o an bundan habersizdim ve masada dönen Umut Sarıkaya karikatürleri konulu bir eğlenceye yoğunlaşmış durumdaydım. Yeni eleman ise her zoraki entegrenin mutlak kaderini paylaşmış ve masanın en yancı kısmına oturmuştu.

Amerikan dizilerinden açılan bir muhabbette bir an yeni gelenle Selin’in kıyafet seçimi üzerine konuştuklarını duydum ama aldırmadım. HBO’nun dizilerini övmeye odaklı bir konuşmanın tam ortasındayken Selin’in “aa nazar boncuğu mu o” yakarışı tüm lafımı ağzıma tıkarak ilgiyi yeni-gelen’e kaydırdı. “Selin tıktın ağzıma tüm lafı” diyerek savunmaya geçmeye yeltendim ama Selin’in “Koray bu konulara çok meraklıdır” cümlesiyle tekrar susmak zorunda kaldım. Selin seri çalışıyordu ve üçüncü kez kelimeler ağzıma tıkılmasın diye susmak durumunda kaldım.

İşte masanın yancısının, baş konuşmacı haline gelmesi tam bu esnada başlamıştı. Koray susarak beklediği tüm dakikaların acısını çıkarırcasına susmuyor, sürekli insan doğasından ve insanın doğayla iletişiminden bahsediyordu. Önce “deli lan bu” dedim. Ama sonra fark ettim ki masadaki tüm kızların ilgisini çekebilmiş olmak, delilik sıfatını bastırıyordu. Dinlemeye çalıştım. İnsanın enerji topağı gibi bir şey olduğunu, ölünce bu enerjimsi şeyin serbest kaldığını ve insanın bir çok kez dünyaya gelip titreşimleri düzeltmeye çalıştığını, içine bolca kozmoz, evren, spiritüel gibi terimler ilave ederek servis ediyordu. Benim o güne kadar öğrendiğim tüm teknik enerji terimleri, Koray’ın manevi enerji dünyasıyla uzaktan yakından alakalı değildi.

“Nasıl ya” diye ortaya atlayacak oldum, masadaki başka bir duyarlı-dinleyicinin kafasını çevirmeden “şş dur bi” ikazıyla geri püskürtüldüm. (Şş’le başlayan emir cümleleri ormanda 10 karınca gücünde aşağılayıcıdırlar)

“Ve kare bölü iki ge” demeye kalktım, bu sefer bir allahın kulu sallamadı.

Sinirden ağlayacak gibiydim. Hayatın anlamını çözdüğünü iddia eden bir ambiti tüm masayı aurasına almış, beni o auradan siktir etmiş ve tüm pozitif ilgiyi bilimsel hiç bir dayanağı olmayan cümlelerine çekmişti.

“Entropi felsefesi...” diye cümleye başladığında ben tuvalete doğru kaçmak üzereydim ve cümlenin geri kalanını duymadım. Lavabonun aynasında kendime baktım, dişlerimi kurcaladım, saçlarımla oynadım, kendime dil çıkardım ve tekrar masaya döndüm.

Masaya oturacağım sırada “Aaa, olur mu hiç! Hepimizde dışarıya verdiğimiz bir enerji ve bu enerjinin frekansıyla rengine göre değişen ruh halleri vardır.” diye bir cümle kurdu.

“Yuh” dedim.

İçimden.

Yüzüne karşı.

*****

Şimdi mi?

O günün verdiği sinerjiyle çakralarım açıldı ve artık Selin’le görüşmüyorum. Koray’ı o günden sonra bir kaç kez farklı ortamlarda, benzer ilgiyle dinlenirken gördüm. Bir keresinde bakıştık, “ananı sikeyim, ananı” diye negatif enerji gönderdim. Kafasını çevirdi...

2 yorum: